Sokak, siyasetten soğuyor, vahim sonuç doğabilir…
Ardan ZENTÜRK
Son sözü baştan söylemekte yarar var: Siyasette son dönemde yaşanılanlar, sistemin tabiatına uymayan kimlik taşıyor.
Sistemin adı, “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi”dir. Esas itibariyle yönetim gücünü ele almak, hükümet kurmak için yüzde 50+1 oya ihtiyaç duyan bir “başkanlık sisteminden” söz ediyoruz, bu sistemde bu kadar çok parti olması ve peş peşe kopuşlar ile yeni partilerin kurulması doğal değildir.
Başkanlık sistemi, esas olarak iki büyük/belirleyici partiye dayanan çok nadir olarak da bir veya iki “buçuk” partiyi barındıran zemine sahiptir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şu an, oy potansiyeli hayli düşük partilerin ittifaklarla taşınmasıyla 9 parti bulunuyor, sağ kanatta 2 parti yapılanmalarını tamamladı, sol kanatta ise üç partinin hazırlıkları sürüyor…
Bunda kuşkusuz, partilerin ittifak kurmasını sağlayan düzenlemenin yüksek payı var, işin diğer yanında ise, sistem, ülke yönetimini de facto koalisyonlara mahküm etmiş görünüyor. Oysa, “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi”, ülkenin koalisyon hükümetlerinde büyük yıkımlarla karşılaştığı fikrinden yola çıkarak istikrar ve güçlü siyasi iradenin tek yolunun “başkanlık sistemi” olduğu iddiasından yola çıkarak topluma aktarıldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sistem gereği siyasi kimlik taşımayan bakanların oluşturduğu bir tür teknokrat hükümetine Cumhur İttifakı olarak adlandırılan “koalisyon” ile başkanlık yapıyor. Muhalefet ise Millet İttifakı zemininde oluşuyor, ki, bu, seçmen tercihinde bir değişiklik olursa, ülkenin bir başka “koalisyon” tarafından yönetileceğini de şimdiden garanti eden bir durum.
SOKAK SİYASETLE ARASINI AÇMAYA BAŞLADI

Türk ekonomisinin zaten var olan yapısal sorunlarına, bir de salgın şartlara eklenince ortaya çıkan tablo, sokaktaki insanın yaşam gailesi ile siyasetin gündemindeki tartışma konularının arasındaki derin fay hattıdır…
Gelecek telaşına düşmüş, evine ekmek götürmekte zorlanan bir insana, Atatürk’ün mü, yoksa Abdülhamit’in mi daha önemli bir devlet adamı olduğunu anlatmak, faydasız bir çabadır…
… Veya İsmet Paşa’nın “milli şeflik” döneminin günümüzün “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” ile benzerlik/ayrılıklarını saatler boyu TV’lerde tartışsanız, sesiniz kim/kaç kişi dinler?
Yaşanılan sosyal çöküşlerin dini değerlerden kopuştan mı, yoksa, mevcut ekonomik sistemin barındırdığı eşitsizlikten mi kaynaklandığı tartışması, kimin dikkatini üç dakikadan fazla çekebilir?
Siyaset insanların günlük ihtiyaçlarının karşılanması/gelecek kaygılarının yumuşatılması için yapıyor, sandıkta kararı, seçmenin cebindeki durum belirler…
Türk demokrasisi için bugünkü ana sorun, sokaktaki insanın iktidar tarafından bir başarı öyküsü olarak öne çıkarılan “ekonomik büyüme rakamlarının” sonucunu kendi yaşamında hissetmemesi, sokak sokak dolaşıp esnaf dinleyen muhalefet liderlerinin ise ortaya güvenilir/alternatif ekonomik program koyamamasıdır.
Tablo, sokaktaki insanın mevcut siyasetin tüm kanatlarına soğuması, kendi kabuğuna çekilme sürecini yaşamasıdır.
Bu, tehlikeli bir haldir.
KAOS ÜRETİMİ VE MÜDAHALECİ KİMLİĞİN PLANI
Yalnız Türkiye değil, salgın nedeniyle büyük bir ekonomik küçülme, bağlantısında artan işsizlik ve sosyal çöküntüyle karşılaşmış dünya bir “fırtına öncesi sessizlik” döneminde midir, yüksek ihtimal.
Ekonomik sorunların çözümünde yaşanacak yavaşlama ile siyasetin farklı gündem maddelerini zorlama telaşının birleşmesi toplumlar için “marjinalite” ve “radikalizm”in kendine alan bulması anlamına gelir.
Toplumun bir kesimi, “marjinal” tercihle siyasetle tüm bağlarını koparıp, “nereden inceyse oradan kopsun, umurumda değil” a-politizmine savrulurken, diğer kesimi ise, doğabilecek bir siyasal boşluk ortamında “başka hareketlere yaşam hakkı tanımamak” için radikal tercihlere yönelir… (Türkiye’de en sıradan bir siyasi tartışmanın bile bir anda ölüm-kalım noktasına savrulmasının temelinde tüm siyasi partilerin geleceğe dönük kaygılarının yükselmesi yatmaktadır. Güvensizlik asabiyeti artırmaktadır.)

Bu dönemler, medyadaki kutuplaşmanın radikalizmin artmasına körük olduğu, geniş bir kesimin ise haber kaynaklarına güvensizliği geliştirdiği dönemlerdir.
Sonucu, “radikalizm”in yaratacağı “kaos” ve bu “kaostan artan şekilde etkilenen siyasetle yakın ilişkisi olmayan geniş kitlenin” bir “kurtarıcı” arayışıdır…
“Siyaset her şeyi birbirine karıştırdı, bir otoriteye ihtiyaç var” düşüncesi böyle dönemlerin sonucudur ve toplumlar genelde en berbat anti-demokratik arayışlara da bu tür bir sürecin sonucunda varırlar.
Emperyalizm, bizzat sözcüsü ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından “bundan böyle dünyada darbe yapmayacaklarını” açıkladı. Ama bu, hedeflenen ülkede “kaos” senaryolarının gelişmekte olan ülke ekonomilerinin “neo-liberal sistem ekonomik bağımlılığını” bir tür Truva Atı gibi kullanarak yürürlüğe konulmayacağı anlamına gelmiyor.
Kim bilir, hedeflenen her ülke için esasta emperyalizm için çalışacak ama sonuçta halkı tarafından “kurtarıcı” olarak algılanacak bir “liderler kadrosu” hazırlanıyordur…