Ardan Zentürk

ORHAN, GAZİ’NİN ÇİZMESİNDE TOZ BİLE OLAMAZSIN…

ORHAN, GAZİ’NİN ÇİZMESİNDE TOZ BİLE OLAMAZSIN…
  • YayınlandıNisan 12, 2021

Ardan ZENTÜRK

“Ne zaman ilkbahar ayları yaklaşsa, rahmetli ninemin yüzünde hep o hüzün…Kolay değil… Trabzon’un Of ilçesinden Fatma Hanım, günlerin ilkbahara döndüğü günlerden bir gün, arkasından su dökerek, dualarla asker ocağına gönderdiği dört ağabeyi ile üç kuzenini Çanakkale Harbi’nde şehit vermiş…

Ailenin temel direği 7 tane aslan gibi delikanlı… Gitmişler… Bir daha hiç dönmemişler…Ninemin matemi hiç bitmedi… Yüzündeki hüzün hiç geçmedi…Çünkü… İçinden şehit çıkan evin her zaman bir yeri kanar, ocağında kaynayan çorbada hep bir fazla tabak için pay vardır…

Rahmetli peder bey de öyle… Nedense, hiç görmediği dedesi Dr.Selim Sırrı beyin, Yemen’den Kudüs cephesine intikalinde şehit düşmesini unutamamıştı…Bazı efkar akşamlarında, dedesi ile birlikte şehit düşmüş binlerce Türk askerini, Kabe ile Mescid-i Aksa’ya İngiliz’in postalı deymesin diye güle oynaya gitmiş savaşa çocuklar, diye anardı…

Zaman bize kötü oyunlar oynadı…Harb-i Umumi’den yenik çıkmış bir imparatorluğun küllerinden Cumhuriyet’i kurduğumuzda şehit hüzünlerinin ninelerimizin yüzünde tarihe karışacağını umduk…

İlerleyen yıllarda ocaklarımıza çok fazla ateş düştü…Çünkü bize, toprağı vatan yapmanın ne olduğu iyi öğretilmişti…Sarıkamış dağlarından Şam katliamlarına… Balkan Harbi’nden Trablus’a…Memleketi sıradağlar gibi beklerken toprağa düşenin hesabını tutmadık…

Ama Orhan Pamuk oturmuş saymış…Bu ülkede 30 bin Kürt ile 1 milyon Ermeni öldürülmüş…Vay Orhan Pamuk vay…Canımı yaktın…

Asker ocağından evladının cenazesini almış şehit anasının yüreğini kanattın…Tarihçilerin bile karar veremediği bir konuya bulaştın…Gözümüzün önünde yaşanılanları bize yanlış aktardın…İçimizde kor ateş…

Evet… Türkiye, 1984-1998 yılları arasında bu topraklarda yetişmiş 30 bin evladını toprağa verdi…Elebaşısı İmralı’da anlattı… Biz de oturduk dinledik…Bir millete karşı tezgahlanmış en büyük uluslar arası komploydu… Brüksel’deki NATO toplantılarında yanıbaşımızda oturanların silahlandırdığı, kumanyasını verdiği, eğittiği yine bizim insanımızın kullanıldığı iğrenç bir komplo…Komployu hazırlayanlar, tüm zamanların en büyük barbarlarıydılar… Anadolu’nun genç insanlarını dağ başı mevzilerinde karşı karşıya getirdiklerinde, kendi başkentlerinde sırıtıp duruyorlardı…

Yüreğimiz sıkıştı… Nefes alamaz olduk…Memleketin dört bir yanında anaların ağıtları yankılandı…

Ama Orhan Pamuk, hain pusularda şehit düşen askerlerimiz kadar, eline Kalaşnikov verilip dağa sürülmüş, geriye dönse infaz edilecek Kürt gençleri için de içimizden nelerin koptuğunu bilmiyor…Nereden bilecek…Nişantaşı’ndan bir kez dışarı çıktı… Onda da Kars’ı yanlış anlattı…

Mesele Nobel kazanmaksa…Orhan Pamuk’un halleri, sanatsal yükselişini Türkiye’nin yaralarını kaşımakta bulmuş sinemacıların hallerine pek benziyor…Berbat bir anlatımınız da olsa, Avrupa’nın herhangi bir festivalinde ödül almanız mümkündür…

Dar çevre entellektüelizmi sadece bu ülkenin değil, tüm dünyanın başındaki derttir… Uluslar arası güçlü lobilerin harmanlanmasında ise Türkiye’ye düşen, hep, eleştirilen garip bir ülke olmaktır… Bakın, Holivud bile Araplar’a laf edemeyince, Müslüman terörist tiplemesinde hemen Türk kullanmayı pek güzel beceriverdi…

Zaten o mahfellerde toprağa düşmüş Türk’ün sayısı tutulmaz, pek de önemli değildir…

Orhan Pamuk'un Nobel'i - Kitap Sanat Haberleri

Orhan Pamuk, marjinal çıkışları nedeniyle ülkesinde dışlanmış mazlum bir aydın rolünün kendisine Nobel’i getirebileceğine inanıyorsa, bu yolda devam edebilir…Eminim ki, göl maya tutacaktır…

…Ve sonra, her acıyı hiç yaşanmamış gibi yaşayan bu ulu ülke onunla da gurur duyacaktır…Ama o açıklama yok mu… Hala canım yanıyor…” (STAR, Orhan Pamuk… Canımı Yaktın… 10 Şubat 2005)

Orhan Pamuk, bu yazıdan hemen bir yıl sonra NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ’nü aldı. Yazı meslek yaşantımın en isabetli analiz örneklerinden biridir, bir Türk yazarının o ödüle ulaşmak için ne tür bir fırıldak dünyanın içinde olduğunu erken fark etmiş bir metindir.

ATATÜRK’LE DALGA GEÇME, YENİ BİR İŞARET Mİ?

ORHAN PAMUK'UN "VEBA GECELERİ" KİTAP KAPAĞI VE YENİ VİDEOSU - ajandakolik

Kişisel bir önyargıdan kaynaklanmıyor, ben de, Orhan Pamuk kitaplarına başlayıp bir türlü bitiremeyenler grubundanım. Anlatım sorunu olduğuna inanırım, bu üslupla Nobel kazandıysa, kitaplarını çok derli toplu bulduğum, anlatımından da keyif aldığım ne bileyim Zülfü Livaneli’nin daha iyi olduğuna da inanırım…

Bu nedenle, son çıkan VEBA GECELERİ kitabını da okumaya kalkışmayacağım, olmuyor, başaramıyorum, bitiremiyorum…

Zaten kitabın da nasıl bir “şey” olduğunu sağolsun ODATV’nin dikkatli yazarı Sevda Kaynar’dan öğrendik. Şöyle dedi Kaynar yazısında:

Kolağası Kâmil! (Kapak resminin sağ alt köşesinde belirtilen, tek madalyalı, dikkat edilmezse görülmeyen bir figür.)Yunan savaşından başka savaş görmemiş, tek madalyası olan, askeri okulu derece ile bitirmiş, annesinin ikinci evliliğinden dolayı ona kırgın, ince bıyıklarını yukarı doğru tarayan yakışıklı genç subay. Romanda onun için şu satırlar da var:“Genç subayın o anda tarihin kendisine vereceği büyük rolü o sırada aklından geçirmediği…”Kolağası Kamil’in evinin bahçesinde çocuk iken kargaları kovaladığı da araya sıkıştırılmıştır. Hala anlamayanlar için. Vebanın korkunç boyutlara geldiği bir gün Kolağası Kâmil postaneyi basar, bütün telgraf sistemine el koyar. Ve daha sonra bir Rum bir eczacının amblemini taşıyan komik bir bayrağı sallayarak Komutan Kâmil olur, daha sonra da Cumhurbaşkanıdır artık.Mustafa Kemal Atatürk’ün telgraf sistemine ne kadar önem verdiğini, Kurtuluş Savaşı’nda ilk iş olarak bu sistemi düzenlediğini bilenler Kolağası Kamil’in postaneyi basmasındaki ince noktayı anlayacaklardır mutlaka. Uyduruk bir bayrak da yine Kolağası Kâmil tarafından dalgalandırılmakta, Türk bayrağının yazarın gözündeki yeri iyice anlaşılmaktadır.”

HÜRRİYET’in edebiyat yazılarıyla tanınmış yazarı İhsan Yılmaz’ın konuya ilişkin satırları ise şöyle:

Peki bu benzerlikleri Orhan Pamuk niye kullanmıştı romanında? Amacı neydi?Bu sorunun cevabını Hürriyet’te yayımlanan röportajımızda şöyle vermişti Orhan Pamuk: “Evet, kitabımda ulus devletlerin oluşumu var. Bunu daha önce ‘Veba Geceleri’ni okuyanlar da bana söylediler. Evet, alegorik bir yanı var ama anlatılan bir tek Türkiye Cumhuriyeti devletinin hikâyesi değil. Oradaki ulusal devletin kuruluşu bize biraz benziyor, biraz da benzemiyor… Osmanlı devletinin küllerinin içinden son 90 yılda irili ufaklı pek çok ulusal devlet kuruldu. Arnavutluk en son kurulanı. Unutmayalım, ulusal devletlerin kuruluşunda sömürge karşıtı bir kahraman çıkar ve birbirine benzer şeyler yaşanır. Bu birbirine benzer şeylerin ortalaması benim yazdığım.”Bu cevap Orhan Pamuk’un romanında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü isim vermeden mizahi bir şekilde küçümsediğini düşünenlere ne kadar inandırıcı gelir bilemiyorum.

İnandırıcı gelmesi mümkün mü, değil, ama öyle bir yanar-döner karakter ki, neresinden yakalansa elden kayıyor. Bakın, Atatürk’ü mizahi karaktere dönüştüren o kitaba belki de son şeklini verirken, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasına karşı çıktığı Deutshe Welle söyleşisinde, Gazi’den “Büyük Atatürk” olarak söz etmeyi tercih ediyordu.

Belli ki hayli karmaşık bir misyonun adamı…

Milletin anti-emperyalist duruşla, Mustafa Kemal Atatürk’un Kuvayı Milliye ruhunun arkasında durduğu bir dönemde onu mizahı bir tartışmanın içine itmeye çalışan bir beyin kimyası…

Yaşam şifreleri, hangi kasalarda saklı, anlamak mümkün değil…

Ama ortada bir gerçek var, GAZİ’NİN ÇİZMESİNDE TOZ BİLE OLAMAZ…