DÜNYA NÜKLEER SAVAŞA ÇOK YAKIN!..

Günümüzde yaşanılan derin gerginliği, 1962 Küba Krizi’nden ayıran ana nokta, o dönem, Amerikan-Sovyet görüşmelerinin her şart altında devam etmesi oldu. Bugün, ABD liderliğindeki Batı ile Rusya’daki Putin yönetimi, krizi tırmandırarak hedeflerine varacaklarına inanıyorlar. Bu, nükleer hesaplaşmaya kapı aralayan bir seçimdir.
ARDAN ZENTÜRK
İnsanlık, Berlin Duvarı’nın yıkılışı (9.Kasım.1989), Varşova Paktı’nın sonlanması ( 1.Temmuz.1991) ve Sovyetler Birliği’nin dağılması (26.Aralık.1991) sürecinden hemen sonra yaşadığı bir hata, bugün Ukrayna topraklarında, sonu nükleer hesaplaşmaya kadar varabilecek gelişmenin doğmasına neden oldu.
Soğuk Savaş, depolarında insanlığı ortadan kaldırabilecek nükleer savaş başlıklarına sahip iki siyasi kutbun, cephede karşılaşmasalar da, birbirlerine ateş açmasalar da, tarihin en uzun ve en farklı savaşıydı.
1950 Kore Savaşı ile başlayan esas olarak 41 yıl süren bu dönemde, küresel sistemin “iki kutuplu” kimlik kazanmış olması,, bu kutupların içindeki veya dışındaki tüm yapıların büyük zorluklar yaşamasına neden oldu.
Bugün bağımsızlıklarını derinleştirmeye çalışan cumhuriyetlerin Sovyet merkezi yönetimi altında yaşadığı yıllar…
Siyasi kutuplaşmanın “batı kanadında” var olan Türkiye gibi devletlerin küresel çekişmenin sonucu olarak her 10 yılda bir yaşadıkları darbeler, Latin Amerika halklarının unutamadıkları kanlı anılar…
Soğuk Savaş Berlin Duvarı ile sembollenen “Demir Perde”nin doğusu veya batısındaki tüm halklara ağır yükler getiren tam anlamıyla bir SAVAŞ’tı…
Bu savaşın 1991 yılında Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sonlanması fakat devamında “yeni dünya sisteminin ne olacağına ilişkin” ortak görüşün bırakın ortaya çıkmasını, tartışılmamış olması bile vahim bir hatadır.
- HER SAVAŞIN SONU, BİR UZLAŞMA GEREKTİRİR…
Galiplerin tüm taleplerini tek taraflı siyasetle “mağlup kabul edilene” dikte ettiği savaş sonrası anlaşmalarının, yakın tarihli bir yeni savaşın da başlangıç nedeni olduğunu, 2’nci Dünya Savaşı tarihinden biliyoruz.
Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan müttefiklerin, Almanya’yı imzalamaya zorladıkları Versailles Anlaşması, ilerleyen yıllarda, Alman milliyetçiliğinin yükselişine, Nazi partisinin “rövanşist” politikalarının kabul görmesine ve nihayetinde Adolf Hitler’in, “eski hesapları yeniden görme” zeminli savaşına yol açtı.
Almanlar, Nazi Partisi’ni iktidara taşır ve Hitler’in önderliğinde yeniden bir savaşa hazırlanırken, muhataplarının savaş sonrasında kendilerini aşağıladıklarına inanıyorlardı. Bu düşünce, dünya için büyük bir yıkımın da başlangıcıydı.

Türkler de, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasıyla benzer bir durumla karşılaştılar. Savaş sürecinde Çanakkale veya Kut’ül Amare başta, tüm cephelerde yenilmemiş fakat Almanya’nın teslim olmasıyla yenilmiş sayılan Osmanlı ordusunun dağıtılması, Sevr Anlaşması ile Türk vatanının İstanbul başta her karışının işgal edilmesi, nihayetinde Anadolu’nun batı topraklarının Yunanistan’a teslim edilmesi için tezgahlanan Yunan işgali Türk milletinin acı hatıraları arasında yer almaktadır.
Türk milletinin Almanlar gibi “rövanşist” bir yaklaşıma yönelmemesinin ana nedeni, Gazi Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki İstiklal Savaşı zaferidir. Türkiye Cumhuriyeti, bu zaferin sonrasında 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması ile kendisine karşı sömürgecilerin gerçekleştirdiği saldırıların cevabını vermiş, bayrağını bir kez daha onurla yükseğe çekmiştir.

- 1992’DE BİR KÜRESEL KONFERANS TOPLANMALIYDI…
İnsanlık, kendini Soğuk Savaş’ın tek galibi olarak ilan eden ve iki kutuplu dünyanın sonlandığını bundan böyle tek süper güçlü bir dünyada yaşanacağını ifade eden Amerika Birleşik Devletleri’nin kibirli politikaları nedeniyle 1992 yılında yapması gerekeni yapmadı.
Yapılması gereken dönemin devlet adamlarının, Napolyon Savaşları sonrasında Avrupa’nın güvenliğini yeniden yapılandırmak amacıyla 1814 Viyana Kongresi’ni toplamış devlet adamlarının olgunluğunu göstermeleriydi.
Soğuk Savaş’ın iki tarafı, -mesela yine- Viyana’da uzun soluklu bir kongre çerçevesinde buluşmalıydı.
NATO ve Varşova Paktı’nın üyeleri ile Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını kazanmış devletlerin temsilcileri…
1814 Viyana Kongresi’nin ana özelliği savaşa katılmış tüm devletlerin temsilcileriyle temsil edilmiş olması ve Avrupa’nın bir daha büyük bir savaş yaşamasını önleme amaçlı programda herkesin söz sahibi olmasıdır.
Kongre, 1914 yılına kadar, tam 100 yıl, Avrupa’da savaş yaşanmamasını sağladı.
Bu tür bir kongrenin gerçekleşmesi halinde, yüksek ihtimal, NATO’nun genişleme programının yaşanmayacağı, eski Varşova Paktı ülkelerinin Batı Avrupa ile Ukrayna-Belarus-Rusya hattında belirlenecek geleneksel coğrafya arasında bir tür “askeri serbest bölgeye” dönüşmesi kararlaştırılacaktı.
Buna mukabil, Rusya başta tüm devletlerin Avrasya Ekonomik Entegrasyonu ile birbirlerine olan bağımlılıklarının artacağı, “barış ekonomisinin” tüm milletlere refah vaad edeceği bir dönemde başlayacaktı.
Ama, ABD, Dr.Henry Kissinger’ın Diplomasi kitabında belirttiği gibi, “kendi değerlerinin uluslararası sistemi belirlemesinde” kararlıydı ve “küresel ekonomi yapılanmasıyla” tek belirleyicinin kendisinin olmasında da ısrarcıydı.
Kongre toplanmadı, sonrası, ABD’nin mutlak egemenliğinden çok bir savaşın ertelenmesi oldu.
Ukrayna’da yaşanılan bir savaş sonrasında uzlaşmamış bir dünyanın yeni denge arayışıdır.

- 19’NCU YÜZYIL REFLEKSLERİ BİZİ TAHRİP EDER…
Rusya’nın Kırım’ı ilhak kararı sonrası, 20.Mart.2014 tarihli STAR Gazetesi yazımda şöyle demiştim:
“Rusya, Kırım’da 19’uncu yüzyıl refleksi verdi, dünya, Amerika’dan 20’nci yüzyıl refleksi bekliyor, oysa, 21’inci yüzyılda yaşıyoruz.
Kırım üzerinde şekillenen kriz bulutlarını, yakın tarihin paradigmalarını birbirine karıştırarak çözemeyiz. Önümüzdeki tablo şu: Bünyesinde Birinci Dünya Savaşı’nın izlerini taşıyan yeni tür bir Soğuk Savaş ile karşı karşıyayız. Karşımızda, Çarlık Rusyası’nın 19’uncu yüzyıl günlerine özenen aşırı milliyetçi bir lider var ve bizler, bu çağın insanları, son iki yüzyılın alışkanlıklarından kurtulup, önce o lideri hizaya getirecek, bir daha da kimsenin bu tür bir işe kalkışmasına izin vermeyecek küresel kararlılık göstermek zorundayız.” ( https://www.star.com.tr/yazar/putin-tahmininde-yanildi-yazi-858076/ )
Vladimir Putin’in 24.Şubat.2022 günü başlattığı Ukrayna işgalinin üç Slav devletini aynı anda çökerttiği, Ukrayna, Rusya ve Belarus’un kaderinin çöküş rotasında birleştiği çok özel günler yaşıyoruz.
Bu, insanlık tarihinin en tehlikeli krizinin de doğmasına neden oldu.
Rusya’nın harekatın beşinci gününde, “nükleer olarak yaşanacak 3’ncü Dünya Savaşı seçeneğini” gündeme getirmesi, NATO’nun da, “biz zaten nükleer bir ittifakız” diyerek cevap vermesi vahimdir.
Gelişmeler, 1962 Küba Krizi’nden daha tehlikeli bir nükleer gerginliğe doğru yol aldığımızı gösteriyor.

Tehlikelidir, çünkü, arşivler, dönemin Amerikan ve Sovyet liderleri Kennedy ile Kruşçev arasında bağlantının kopmadığını işaret ediyor.
Oysa bugün karşılıklı olarak iki farklı yaklaşımla karşı karşıyayız ve bu durum iletişim hatlarını koparmış görünüyor: Batı, Putin’i nihayet bir tuzağa çektiğini düşünüyor, bu durumu sonuna kadar sürdürerek Rusya’nın altından kalkamayacağı bir yıkımla buluşmasını sağlamakta kararlı adım atıyor. Rusya, Batı’nın bu planına karşı krizi önce Ukrayna topraklarında yakın zamanda görülecek büyük yıkıma, devamında da nükleer gerginliğe taşımaktan çekinmeyeceğini sergiliyor.
Bunun durması gerekiyor.