BU AMERİKA’NIN İPİYLE KUYUYA İNİLİR Mİ, GEÇELİM…

ABD şimdi hepimize, Rusya ve Çin gibi iki büyük bela ile uğraşıyoruz, Batı ve özellikle NATO olarak, o zaman herkes kendi milli beka meselesini bırakıp, arkamda dizilsin diyor. Yapsak, memleket elden gider…
ARDAN ZENTÜRK
Dün gibi hatırlıyorum, 25 Aralık 1991 günü, dönemin Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mikhail Gorbaçov görevinden istifa etti, bir gün sonra da insanlık tarihinin bu ilk, “ideolojik” ve Çarlık Rusyası’nın devamcısı “imparatorluk” kimlikli devletinin dağıldığı açıklandı.
Bu, Birinci Dünya Savaşı’nda “yenilen ittifakta” yer almanın acısını üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğu kaybedip, üstelik işgal edilmiş anavatan topraklarını ve özellikle İstanbul gibi dünyanın en stratejik kentini geri almak için 1919-1922 arasında savaşmak zorunda kalmış Türk milleti için özel bir durumdu…
1922-1953 arasında Sovyetler Birliği’nin tepe noktasında oturan “diktatör” Josef Stalin’in, savaştan hemen sonra, 1946-1948 arasında Ermenistan için toprak talebinde bulunmasıyla Amerika Birleşik Devletleri ile ittifak ilişkisinin yolunu açan, 1950 Kore Savaşı’na Mehmetçik gönderen ve nihayetinde 1952 yılında Yunanistan ile birlikte NATO’ya kabul edilen Türkiye için, asırlardan sonra ilk kez “kazanan tarafta olma” anlamına geliyordu!..
- 1964’TEN BU YANA BU İTTİFAKTAN Bİ’ŞEY ANLAMADIK AMA…

Aslında, Türkiye’nin özellikle ABD ile yaşadığı “güçlü/hatta/biat yüklü” ittifak sürecinin yalnız 12 yıl olduğu bilinmeli. Dönemin Rum lideri Başpiskopos Makarios’un Kıbrıs’ta başlattığı Türk katliamına karşı Türkiye’nin 1959 Zürih Anlaşması (bu anlaşmayı imzalayan hükümetin başbakanı, dışişleri bakanı ve maliye bakanı Amerika’nın bilgisi dahilinde gerçekleşen 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası idam edilmişti) için müdahale hazırlıkları yaptığı sırada Washington’dan gelen bir MEKTUP tarihin kırılmasına yol açtı…
Amerikan Başkanı’nın dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye hitaben yazdığı ve tarihimize JOHNSON MEKTUBU olarak geçen mektup, Türk-Amerikan ilişkisinin sağlam bir müttefiklik olmadığını, Türkiye’nin muhatabının başka lobilerle daha sıkı işbirliğini göstermesi bakımından önemliydi.
TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ, 1964’TEN SONRA DARBE YÖNETİMLERİNİN HÜKÜMETLERİNİN DIŞINDA HİÇ BİR ZAMAN MÜKEMMEL OLMADI…
- 1991 SONRASI TÜRKİYE’Yİ HARCAMA STRATEJİLERİ…
Berlin Duvarı’nın 9.Kasım.1989’da yıkılışını özgürlük ve dünyanın yeniden yapılanması için yeni ve önemli kazançlar içeren yeni bir dönem olduğuna inanan Türkiye için bu heveslerin 1992 itibariyle yıkıldığı bir sürece tanıklık ettik.
1989-1991 arasındaki hareketli dünyanın heyecanı içinde Samuel P.Huntington’un, sonradan CIA fonlarıyla 1988’de yazdığı Medeniyetler Çatışması başlıklı kitabın, yeni döneme dönük kanlı bir stratejinin hazırlığı olduğunu bilemezdik.
Bu stratejinin ne anlama geldiğini önce, 26 Şubat 1992’de gerçekleştirdikleri HOCALI KATLİAMI’nda gördük. Devamını ise, Bosna-Hersek’deki Müslüman Boşnak kültürünün yaşadığı soykırım (1992-1995) özellikle de 11-22 Temmuz 1995 arasında yaşanılan Srebrenitza toplu mezarlarında fark ettik…
SOĞUK SAVAŞI KAZANAN CEPHEDE YER ALDIĞIMIZI DÜŞÜNÜRKEN, YENİ DÖNEMİN HEDEFİNDE OLDUĞUMUZU ANLAMAMIZ BİRAZ ZAMAN ALDI…
Oysa, 1992 itibariyle, Washington’daki belli lobilerin strateji uzmanları yazdıkları makalelerde, Türkiye’nin Soğuk Savaş döneminde kazandığı stratejik önemin sonlandığını, ABD’nin eskiden kalma tüm ittifakları canlı tutmasının gereksiz olduğunu savunuyorlardı.
Biri CIA’nın devletin içine yerleştirdiği istihbarat örgütü FETÖ, diğeri ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un silahlı müdahale gücü olarak yapılandırılmış PKK’nın Washington’un mahfellerindeki varlıklarının tam olarak bilinmediği günlerdi…
Türkiye’yi bölüp Ortadoğu’da “2’nci İsrail kurma” planlarıyla bu plana karşı çıkmayıp, küçük ve “Suudileşmiş” bir Türkiye formülünün paralel olarak yürütüldüğünü anlamamız için Erdoğan’ın 2009 yılında Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’nın yüzüne “one munite” demesi gerekecekti…
- ŞİMDİ YENİDEN AYNI LAFLARLA KAPIMIZDALAR…
Önce bir konuda anlaşmamız gerekiyor:
Rusya lideri Vladimir Putin, eli kanlı, aşırı milliyetçi bir oligarktır. Suriye’de olduğu gibi Ukrayna’da döktüğü kanın hiçbir meşru yönü yoktur.
“2’nci Çeçen Harbi’nden bu yana kolay Müslüman öldürmesiyle tanınan” Putin’e karşı verilecek mücadele, Amerika’nın yandaşı ve kapı bekçisi olmak da değildir.
Belli ki, ABD, şu anda tüm müttefiklerine, “kendi aranızdaki meseleleri rafa kaldırın, ortak düşmana karşı gerekeni yapalım” işaretleri veriyor.
İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, Yunan Başbakan Miçotakis’in ziyaretleri böyle algılanmalı.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in “müttefikimiz Türkiye’de Rusya’ya karşı yaptırımlarda bizimle birlikte olmasını beklememiz normaldir” sözleri ise Washington-Brüksel hattında esen ana rüzgarı bize aktarıyor…
Geçelim…
- TÜRKİYE BAĞIMSIZ POLİTİKALARI İLE YÜRÜMEK ZORUNDA…

Washington belli ki, 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra Ankara’ya, “Biz size savunma araçlarınızı veririz/satarız, sizin milli savunma fabrikalarınızı kapatmanız gerekir” mesajını iletip dediğini de yaptırttığı “eski güzel günlerin” nostaljisi altında yaşıyor.
Amerikan Kongresi’nin Siyanonist lobisinin önde gelen ismi Marco Rubio’nun dün yaptığı, “S-400’ler paketlenmeden, bu Kongre’den Türkiye’ye F-16 satışı gerçekleşmez” açıklaması budur.
Savunma Sanayi Başkanı İsmail demir’in son açıklamalarında , “F-35’ler ve Patriotlar konusunu kapattık, Milli Muharip Uçak ve S-400’ler ile ilerleyeceğiz ve Altay tankını da mayıs ayı itibariyle kendi özel motoruyla teste sokacağız” açıklaması bu yaklaşıma net bir cevaptır.
BATI, NATO’NUN ÇİN+RUS İTTİFAKI İLE ARTAN ÇEKİŞMESİ ZEMİNİNDE BİR KEZ DAHA TÜRKİYE’Yİ TESLİM ALMA, HEDEFLERİNE ULAŞTIKTAN SONRA DA ORTADA BIRAKMA POLİTİKASINA YÖNELMİŞ GÖRÜNÜYOR…
Bu kabul edilemez.
TÜRKİYE’NİN MERKEZİNDE KENDİ MİLLİ İMKANLARIYLA VAR OLDUĞU YENİ BİR AVRASYA GÜVENLİK YAPILANMASI ESASTIR…
Tamam…
Yunanistan’ı ezmeyelim, İsrail’ i tehdit etmeyelim…
Ama… Hepsi bu kadar…