Batı, Moskova-Ankara hattıyla baş edebilir mi?

Ardan ZENTÜRK
“Türkiye ile görüş ayrılıklarımız bir sır değil. Türkiye, uzun bir geçmişimiz olan ve değer verdiğimiz bir müttefikimiz. Türkiye’nin NATO’ya olan bağlılığının sürmesi hepimizin çıkarına.”
Belçika’nın başkenti Brüksel’de çalışmalarına başlayan NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı çerçevesinde ittifak genel sekreteri Jens Stoltenberg ile “Transatlantik Bağı Güclendirmek” başlıklı bir sohbet toplantısı düzenleyen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in bu cümleleleri aslında bir kaygıyı işaret ediyordu.

Her fırsatta Türkiye’nin karşısına dikilen Batılı devlet adamlarının beyinlerinin arkasında yatan ana soru, “Türkiye’yi kaybetmeye hazır mıyız” olmalı…
Çünkü bir yanlarıyla, Türkiye’ye geçinmeye niyetlerinin olmadığını, ama diğer yanlarıyla da kaybetmekten hayli endişe ettiklerini gösteriyorlar.
- BATI TÜRKİYE’Yİ “RUSYALAŞTIRMAYA” HAZIR MI?
Doğu Akdeniz’de karşımıza çıkarılan İsrail-Yunanistan ittifakının başkentlerinden Washington’daki neo-con/Siyonist lobiye uzanan, Amerikan Kongresi’ndeki “etnik lobiler” tarafından desteklenen seslere bakılacak olursa, bunun derhal olması isteniyor!..
Ama gerek Amerikan yönetimleri, gerek küresel dengelerde “reelpolitik” ağırlığını bilen kadim Avrupalı başkentlerde genel eğilim, bunun Avrupa güvenliği açısından vahim bir sonuç doğuracağı yönünde…
Türkiye’yi Erdoğan üzerinden “Rusyalaştırabilir”, hatta yakın bir gelecekte, NATO’dan doğrudan atamayacakları için NATO-Türkiye ilişkilerini askıya alabilirler, ama, bu tamiri imkansız adımları attıktan sonra doğacak yeni STRATEJİK DENKLEM ile baş edecek bir planları olabilir mi, hayır…
Ankara-Moskova hattının anti-NATO cepheye döndüğü bir dünya Batı açısından nefes alınması çok zor bir dünyadır…
“Türkiye tehdidi” kampanyası ile ülkelerinin tüm topraklarını Amerikan askerlerine açan Yunanlı, beyinlerinin karanlık noktalarında “güçsüzleştirilmiş bir Türkiye ile hesaplaşma” kaygıları yaşayan İsrailli politikacılar böyle bir dünyada ne tür baskılarla karşılaşabileceklerinin hesabını da yapmak zorundalar.

Erdoğan’ı Putinleştirme, Türkiye’yi Rusyalaştırma, Batı’nın elinde…
Ama iki güçlü devletin ete-kemiğe bürünmüş ittifakı karşısında ne yapabilecekleri ayrı bir soru işaretidir.
- BATI, TÜRKİYE VE RUSYA’YI İÇERİ ALARAK GÜÇLENEBİLİR…
Türkiye ve Rusya, Batı açısından kendi gerçekleri zemininde değerlendirilmeleri gereken birer reelpolitik merkezlerdir.
Bugünden itibaren ne Rusya’yı ne de Türkiye’yi, tahrip edemezler, iki milletin kendi iradeleri dışında da değiştiremezler.
ABD-AB-İsrail-Körfez emirlikleri hattında şekillenen hayli güçlü bir ittifak hattı, içlerine pek sinmese de, Türkiye ve Rusya ile birlikte yaşamak zorundadır.
Zaman, kuşkusuz en iyi ilaçtır ve günümüzde bu iki ülkeyi yaptırımlar uygulayarak, küresel sistem içinde hareketsiz kılmaya, ekonomilerini zayıflatmaya uğraşarak hakimiyet kurmaya çalışan Batı, bir gün “akılcı kimliği” ağır bastığında gerçekle yüzleşme ve uzlaşma arama gayretinde olacaktır.
Napolyon 1812’de Moskova’yı kuşattığında, kenti kendisine teslim etmektense tamamını yakıp çekilen Rus halkını “İskitler” olarak adlandırıyor ve şaşkınlığını gizleyemiyordu.
Aynı duyguyu, Moskova, özellikle de Stalingrad’daki büyük direniş sonrasında Adolf Hitler de yaşıyordu, tıpkı, artık, insanlık tarihi için bir kırılma noktası olarak tanımlanan Çanakkale’de Churchill’in yaşadığı gibi…
Batı’nın “Temas halinde olmanın teslimiyet anlamına gelmediğini” anlayacağı günlere adım adım yaklaşıyoruz.
Her konuda Türkiye ve Rusya’yı sorumlu tutmak, anti-Türk veya anti-Rus olmanın Batılı/özgürlükçü kimlik için ön şart kabul edilmesi saçmalıktır.
- RUSYA SAÇMALARSA, BİRLİKTE KAYBEDERİZ…
Rusya’nın Suriye-Libya hattında Türkiye ile hesaplaşma arzusunun artması, normal değildir. Moskova’nın unutmaması gereken, Türkiye’nin 500 yılı aşan bir tecrübeye sahip olduğu bu coğrafyalarda kendisinin “yeni çocuk” olduğudur…
Türkiye’yi sürekli sıkıştıran ve küresel sistemde Batı’ya hiç istememesine rağmen yaklaşmasına yol açan her hareket, yalnız Türkiye’nin değil, Rusya’nın da ulusal çıkarları açısından ciddi tehdittir.
Suriye ve Libya’da Türkiye’nin hayati çıkarlarına dönük pervasız saldırıların, sonuçta nasıl bir Türkiye-Ukrayna ittifakı doğurduğuna ve Karadeniz-Hazar stratejik hattının yarın bir gün Rusya açısından nasıl bir yıkım alanı olabileceğini Moskova iyi tartmalıdır.
2008 Gürcistan Savaşı sonrasında bu ülkenin, son olarak yaşanılan Azerbaycan-Ermenistan Savaşı sonrasında da Azerbaycan topraklarının nasıl Türk askerine açıldığını, eski Sovyet coğrafyasının en hassas bölgesi Kafkasya’da dengelerin nasıl değiştiğini iyi görmek zorundadır.
- ÇİN’E KARŞIYSAN, YOLUN MOSKOVA-ANKARA’DAN GEÇER…
Trans-Atlantik ittifakın gerçekçi politikası, Rusya ve Türkiye’yi kendi gerçekleri içinde kabullenerek Doğu’dan yükselen asıl tehlikeye önlem almaktır.
Rusya’nın topraklarının Vladivostok merkezli doğu topraklarını giderek tehdit eden, Soğuk Savaş yıllarında da ideolojik/askeri savaş halinde olduğu Pekin’le ortak yolculuğunun uzun sürmesinin garantisi yoktur.
Çin’in Asya üzerinden Akdeniz’e ilerlemesinin önündeki en güçlü barikat, Türkiye ve Rusya’nın olduğu açık gerçektir.