Yayın Dünyası

ULUSLARARASI GÜVENLİK, YENİ DÜNYA DÜZENİ ve TÜRKİYE…

ULUSLARARASI GÜVENLİK, YENİ DÜNYA DÜZENİ ve TÜRKİYE…
  • YayınlandıMart 13, 2022

Okuru, Prof.Dr.Hüsamettin İnaç’ın birikimiyle buluşturan kitap, Türkiye’nin belirleyici kimliğini sürdürdüğü Doğu Akdeniz üzerinden küresel güvenlik sisteminin şekilleneceğini iddia etmesiyle dikkat çekiyor. Türkiye’nin Suriye-Kıbrıs-Libya hattındaki varlığının önemi bir kez daha belirginlik kazanıyor.

Yazılarıyla M5-Ulusal Güvenlik, Strateji ve Savunma’nın fikir dünyasına çok önemli katkılarda bulunan Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hüsamettin İnaç’ın son kitabı Uluslararası Güvenlik, Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye, raflardaki yerini aldı.

Yayıncısı Bilge Kültür Sanat’ın tanıtımındaki şu cümleler aslında Türkiye’nin yaşamakta olduğu kritik bölgeye ışık tutan bir çalışmayla karşı karşıya olduğumuzu işaret ediyor:

“ABD’nin önemli ölçüde güç kaybettiği, uluslararası kurum ve kuruluşların işlevsizleştiği ve Çin gibi bir süper gücün dünya üzerinde hükümranlık iddiasında bulunduğu bir zaman diliminden geçmekteyiz. Özellikle son on yılda görünürlük kazanmaya başlayan güç dengesindeki bu kayma, eski defterlerin yeniden açılmasına, yüz yıllık donmuş ihtilafların derin dondurucudan çıkartılmasına ve önümüzdeki yüzyılı belirleyecek stratejik hamlelerin birbiri ardınca atılmasına yol açmaktadır. Tüm bu analizler bağlamında kitabımız, uluslararası güvenlikle dünya düzeni tartışmaları arasında güçlü bir korelasyonun mevcudiyeti varsayımından hareketle, günümüzde ABD-ÇİN-RUSYA arasında, merkezinde Doğu Akdeniz’in yer aldığı hâkimiyet mücadelesi neticesinde yeni bir dünya düzeninin inşa edileceğini, oluşacak yeni düzenin tek bir hegemon güç tarafından yönetilemeyeceğini, yeni dünya düzeninin tek bir küresel/süper/hiper güç yerine teknoloji ve dijitalleşme açısından iki kutba ayrılmış bir çoklu liderlik mekanizması yaratacağını ve bu yeni kurulacak dünyada Türkiye’nin etki ve nüfuzunu artırarak bölgesel güç olmaktan küresel bir aktör olma istikametine doğru ilerleyeceğini iddia etmektedir.”

Prof.İnaç ile kitabıyla ilgili söyleşmeyi tercih ettik…

Sayın İnaç, kitabınızın ana başlığı bile, okura, çok geniş bir siyasi analiz ufku açıyor. Öncelikle, kitapta sergilediğiniz düşünceler doğrultusunda, ULUSLARARASI GÜVENLİK sizce, artık hangi zeminde şekilleniyor?

Uluslararası güvenlik günümüzde, konvansiyonel ve mutat olan her yaklaşımın sorgulandığı, iki kutuplu dünyanın ve soğuk savaş mantığının şekillendirdiği tüm teori ve kavramların anlamını yitirdiği ve küresel sistemin belirsizliklerle malul olduğu bir zemin üzerinde şekillenmektedir. Özellikle son iki yılımızı derinden etkileyen pandemi gerçeği, var olan sistemi sorgulama sürecini hızlandırmış, eskinin aksaklıklarını tüm çıplaklığıyla ortaya koymuş, ulus-devlet, uluslararası kurumlar ve işleyen düzenle ilgili değişim ve dönüşüm arzusunu kamçılayan bir katalizör unsuru olmuştur. İçinden geçtiğimiz devasa değişim ve dönüşüm süreci öncelikle güvenlik konusunda ciddi tehdit algılarını da beraberinde getirmiştir. Nitekim insan, etrafındaki objelerin değişmezliğine ve kendi kimliğinin/varlığının kalıcılığına inanmak ister ve ancak bu sabitlik ve statüko üzerinden güvenlik hissine ulaşabilir. Devletler de bu bakımdan aynen bireyler gibidir. Sarsılmaz bir imanla bağlı olduğumuz ve kendisinin vazgeçilmez bir parçası gibi hissettiğimiz uluslararası sistem değişme istikametine girdikçe devletler kendi bekaları için tedbir almak ve farklı jeopolitik ve jeostratejik ufuklara açılmak zaruretini hissederler. Özetle hemen hemen tüm devletlerin beka sorunuyla yüzleşmesiyle belirginleşen, uzay güvenliğinden küresel ısınmaya kadar uzanan, iklim değişikliğinden düzensiz göçe kadar geniş bir yelpazeye yayılan ve biyolojik ve siber alan gibi yeni mecralarda ortaya çıkan riskler, güncel uluslararası güvenlik sahasını belirleyen parametreler arasında sayılabilir.

Kuşkusuz, insanlık, yeni bir güvenlik kavramı inşası sürecinde hayli kanlı ve zor kaldırılabilir deneyimler yaşıyor. Bütün bu deneyimlere, bir de, artan küresel eşitsizlik, mülteci sorunları ve hatta iklim değişikliğinin getirdiği yeni sorunlar da ekleniyor. Sizce YENİ DÜNYA düzeninin öngörülen zemini ne, nasıl olmalı?

Tüm bu güncel sorunların şekillendirdiği uluslararası güvenlikle dünya düzeni tartışmaları arasında güçlü bir korelasyonun mevcut olduğunu görmekteyiz. Bu varsayımdan hareketle, günümüzde ABD-ÇİN-RUSYA arasında, merkezinde Doğu Akdeniz’in yer aldığı hâkimiyet mücadelesi neticesinde yeni bir dünya düzenin inşa edileceğini, oluşacak yeni düzeninin tek bir hegemon güç tarafından yönetilemeyeceğini, yeni dünya düzenin tek bir küresel/süper/hiper güç yerine teknoloji ve dijitalleşme açısından iki kutba ayrılmış bir çoklu liderlik mekanizması yaratacağını ve bu yeni kurulacak dünyada Türkiye’nin etki ve nüfuzunu artırarak bölgesel güç olmaktan küresel bir aktör olma istikametine doğru ilerleyeceğini söyleyebiliriz. Yeni dünya düzeninin öngörülen zeminini, dijitalleşme ve iletişim teknolojileri üzerinden –5G teknolojisinden başlayıp Huawei’ye oradan espiyonaj, sabotaj, biyolojik ve siber silah, yapay zeka, biyoteknoloji, big data gibi alanlara sızıp- ideolojik düzeni radikal bir biçimde sarsacak çağrışımlar şekillendirecektir. Bu bağlamda, ABD-Çin rekabeti, dünyayı dijital teknoloji üzerinden iki kutba ayıracak ve soğuk savaş daha çok iletişim teknolojileri üzerinden kutuplaşmaya dayalı olarak yeniden tanımlanacaktır. İkinci Sürüm Soğuk Savaş ya da Soğuk Savaş 2.0 olarak da tanımlanan bu yeni düzen, askeri gerilimin yerini finansal ve teknolojik bir gerilime bırakmasıyla karakterize edilebilir. Yapay zeka, big data, eşyaların interneti, nano teknoloji ve insanların bundan böyle çiple ve yüz okuma sistemiyle takibi, siyasal ve sosyolojik düzeni de yakından etkileyecektir. Ne var ki yeni dünya düzeni için sahip olmamız gereken zemin, küresel sosyalizme, devletin totaliter dönüşümüne ve teknolojinin silah olarak kullanılmasına şiddetle karşı çıkan demokratik, bireysel ve toplumsal özgürlüğü teminat altına alan ve insan odaklı yaklaşım temeli olmalıdır.

Türkiye son yıllardaki ataklarıyla, kendine has bir güç birikimi sağladı, zaten kitap, ABD-ÇİN-RUSYA arasında, merkezinde Türkiye’nin varlığını güçlendirdiği Doğu Akdeniz’in yer aldığı hakimiyet mücadelesinden ve bu merkezde yeni bir dünya düzeninin inşa edileceğini öne sürüyor, bu merkez tek hegemon gücün elinde olamayacağına göre YENİ DÜNYA DÜZENİ’nde Türkiye’nin rolunu nasıl öngörüyorsunuz?

Çin’in üretim merkezi olmaktan çıkarılması, tüm küresel dengeleri radikal bir biçimde değiştirecektir. Çin’in devre dışı kalmasıyla üretim önemli ölçüde Çin’e komşu olan –Hindistan başta olmak üzere- Güneydoğu Asya ülkelerine kayacaktır. Bu bağlamda krizi yönetme kapasitesi, vatandaşlarına sahip çıkma itinası, güçlü sağlık altyapısı ve süreç yönetimindeki basireti ile salgını başarıyla atlatan ender ülkelerden birisi olan Türkiye de bu dağılımdan payını fazlasıyla alacaktır. Zira Türkiye’nin jeopolitik konumu, tarımsal ve endüstriyel potansiyeli ve ucuz ve vasıflı işgücü lojistik imkânlarla birleştiğinde ülkemizin ekonomik seviyesini çok üst seviyelere taşıyacak bir faza ulaşacağını söylemek, oldukça gerçekçi bir analizdir. Sonuç itibarıyla muhtemel ve müstakbel yeni dünya düzeni, yeni sürüm Soğuk savaş ya da Soğuk Savaş 2.0 olarak tanımlanan, dünyayı dijitalleşme ve teknoloji üzerinden iki kutba ayıracak, ancak bir ülkenin tek başına hakimiyetine izin vermeyerek her bölgede başat bir ülkenin önderlik ettiği çoklu bir liderlik mekanizması yaratacaktır. Bu bağlamda Türkiye orta ölçekli bölgesel bir aktör olarak Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Kuzey Afrika’yı nüfuz alanı olarak tespit edecek, ama -Soğuk savaş dönemindeki tutum ve mantığını değiştirerek- tek başına bir büyük gücün yanında yer almayı asla tercih etmeyecektir.