-yeniden- “SOĞUK SAVAŞ”TA MİT CEPHE KURUM OLACAK…

Küresel askeri çekişme istihbaratçıların hakim olduğu “gri alana” kayarken, Türkiye, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın askeri ve diplomatik alanda belirleyici kimliğiyle tanışmak zorunda… Gelişme, geçmişin hesaplaşmalarının benzeri düzeyde…
Günümüz genç kuşağı, GÖREVİMİZ TEHLİKE film serisini, ünlü aktör Tom Cruise’un, kısaca IMF olarak adlandırılan Impossible Mission Force (İmkansız Görevler Gücü) ajanı Ethan Hunt’ı canlandırdığı sekiz filmden tanıyor.
Bu filmlerde Ethan Hunt, kendilerine verilen görevleri yerine getirirken, Rusya’dan Çin’e, küresel terör örgütlerinden, kara para teşkilatlarına kadar geniş bir yelpaze ile, bazen de Amerika’nın içindeki kontrolden çıkmış güçler ile mücadele ediyor.
Yeni haliyle, GÖREVİMİZ TEHLİKE, çok kaliteli ve sürükleyici bir “aksiyon filmi dizisi…”
Oysa, 1966 yılında Amerikan TV kanalı CBS’de ilk filmi yayınlandığında, bir Soğuk Savaş casusluk dizisi olarak karşımızdaydı…
Dizinin yaratıcısı Bruce Geller, 1966-1973 yılları arasında yayınlanan dizide, esas olarak Sovyetler Birliği ve onun hakim olduğu coğrafyaları, Sovyetler ile yakın ilişki kuran üçüncü dünya diktatörlerini, Sovyetler ile yakın işbirliği içinde olması nedeniyle, seçimle iş başına gelmiş de olsa yıkılması gereken hükümetleri hedef almıştı.
Dizinin kahramanı Jim Phelps karakterini canlandıran Peter Graves, yine bilinmeyen bir yerden bir teyp kaydı alır, tanıdık bir ses kendisine IMF’nin yapması gereken operasyonu anlatır ve teyp kaydı, o günün teknolojisi açısından imkansız görülen ve hepimize de çok ilginç gelen bir şekilde dumanlar içinde kendini yok ederdi…
Aslında GÖREVİMİZ TEHLİKE’nin maceralarını aktardığı özel örgüt IMF, devletlerin ellerini bulaştırmak istemedikleri görevleri yerine getiren, istihbarat dünyasının hem içinde hem dışında yer alan, hukuksal açıdan bakıldığında ise “gayrı meşru” kabul edilen bir kurumdu. Görevi tarif eden sesin son cümlesinin hep, “işler ters gittiğinde sizleri tanımıyoruz” yönünde olması da bundandı.
Gördüğümüz kadarıyla dünyada yaşanılan son gelişmeler, SOĞUK SAVAŞ yıllarının “gri alanlarına” dönüşün başladığını işaret ediyor…
- ABD’NİN SOĞUK SAVAŞ ARAYIŞLARI…
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından sonra kısa süreliğine “tek süper güçlü dünyanın” keyfini yaşayan Amerika Birleşik Devletleri, günümüzde ortaya çıkan “çok kutuplu” dünyadan rahatsız mı?
Washington’un Donald Trump döneminde başlayan ama, yerine gelen tam zıt politikalara sahip olan Joe Biden döneminde de devam eden Rusya+Çin Halk Cumhuriyeti stratejisi bu soruyu güçlendiriyor.
Rusya’nın yaşamakta olduğu ekonomik iniş-çıkışlar, halkının genel tercihleri nedeniyle, yüzünü Batı’ya dönmüş bir güç olduğunu görmezden gelen ve Moskova’yı belki de “zorunlu” olarak Çin ile bir Avrasya İttifakı’na sürükleyen politikaları izliyoruz.
Oysa, Rus-Çin İttifakı’nın tarihsel, ideolojik ve çıkar rekabeti açısından hayli zayıf olduğunu gösteren belirtiler, bu ittifakın Amerikan stratejisinden kaynaklandığı iddialarını güçlendiriyor.
ABD+Avrupa’nın Rusya’ya karşı göstereceği daha esnek ve yumuşak yaklaşımların, Avrasya’da hatırı sayılır bir çözülme sağlayacağını belirleyen bu kadar işaret varken Washington’un “kutuplaştırıcı etkiyi” sürdürmesi dikkat çekiyor.
ABD+AB, yani trans-Atlantik ittifak, belli ki, dünyanın bir kez daha, “demokrasiler-otokrasiler” hattında ikiye bölünmesini ve hedefe oturtulan ülkelerin “düşman kampta yer almasını” önceleyen strateji üretmiş durumda…
Bu, -yeniden- SOĞUK SAVAŞ anlamına geliyor.
Bu dönemin iki sıcak bölgesini ise Ukrayna ve Tayvan oluşturuyor.
Batı, bu iki bölge üzerinden rakip gördüğü iki gücü kuşatmayı ve kuşatmanın sürekliliğini öngörüyor.
- DÜNYA ERİK PRINCE’LERE KALIR MI?..
Eski bir deniz piyadesi olan, 1996 yılında kurduğu özel güvenlik şirketi Blackwater ile filmlere, romanlara konu olan Erik Prince’in AsiaTimes’a yaptığı son açıklamada, “Afganistan savaşını Pentagon değil, CIA yönetseydi, Amerika bu kadar ağır bir yenilgiyle karşılaşmazdı” demesi dikkat çekici.
George W. Bush- Tony Blair üretimi 2003 Irak işgali sırasında ön cephede görev alan ve gerçekleştirdiği katliamlar ile soruşturmalara konu olan Blackwater’dan (sonradan adını Academi olarak değiştirdi) elini çekmiş olan Prince, Amerika’nın Rusya ve Çin’e karşı “devlet dışı güçler stratejisini” bir kez daha güçlendirmesini istiyor.
“Pentagon yüksek bütçeli bir balinadır. Generaller, ellerindeki konvansiyonel güce güvenerek davranırlar, oysa, günümüz dünyasında savaş alanı dediğin Rusya veya Çin’in geliştirdiği vekil savaşçılar ile Rus Wagner gibi şirketlerden oluşur. Küçük ve hızlı hareket eden bir strateji esastır, bunun için Amerika’nın yerel düzeyde milis gruplarıyla güçlü askeri birlikleri, bu stratejiyi anlık olarak takip edecek sivil güvenlik şirketlerine ihtiyacı vardır.”
Bu görüşten yola çıkan Prince, Pentagon’un yıllar içinde büyük harcamalarla kurduğu Afganistan ordusunun Taleban karşısında nasıl çöktüğünü, oysa, CIA’nın ülke çapındaki aşiretler ile mali imkanı yüksek anlaşmalar yapıp anti-Taleban direnişi doğrudan aşiretler üzerinden örgütlemesi halinde böyle bir sonucun asla yaşanmayacağını ifade ediyor.
Bu yönde bir raporu zamanında Donald Trump’a ulaştırdığını, Oval Ofis’te destek gördüğünü fakat Başkan’ın “Pentagoncu” Güvenlik Başdanışmanı H.R.McMaster’ın raporun rafa kalkmasına neden olduğunu da belirtiyor.
Amerikan yönetiminin, Rusya’nın Wagner paralı asker şirketi ile özellikle Ortadoğu ve Afrika’da geliştirdiği ataklar karşısında benzer bir stratejiye yönelmesi halinde, Türkiye’nin özellikle Irak-Suriye kuzey hattında daha da güçlendirilen bir PKK unsuru ile karşı karşıya kalacağı açık bir gerçektir.
Gelişme aynı zamanda, Prince’in “günümüzde savaş, gri alana kaymıştır” sözleri doğrultusunda konvansiyonel/nükleer yıkım güçleri çok yüksek ordulardan istihbarat teşkilatlarının amansız mücadelesine geçiş olacağını da göstermektedir.
- BİR CEPHE KURUMU: MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI…
Amerikan ve Avrupalı şirketlere dönük son dönemdeki “şantaj saldırılarının” büyük bölümünün Rusya, yapay zeka çalışmaları başta, Batı’nın teknoloji gelişmelerine dönük çalma siber saldırılarının ise Çin kaynaklı olduğu bir dünyada, “milli güvenlik” kavramının ve bu kavram doğrultusunda öne çıkacak kurumların yeniden tarifi önemli…
Rusya, topraklarından kaynaklanan siber saldırıları gerçekleştiren grupların devletle bağlantısı olmadığını savunuyor, tıpkı Wagner paralı asker şirketinin Rusya Savunma Bakanlığı ile hiçbir ilişkisinin olmadığını söylemesi gibi.
Çin yönetimi de, benzer şekilde, Çinli hacker gruplarının devletle bağlantılı olmayan, ama çaldıklarını, özel şirketler ile paylaşan kimlik taşıdıklarını ileri sürüyor.
Bölgesel savaş bölgelerinde terör ve milis gruplarının “devlet dışı” olduğu savunulan askeri birimler tarafından örgütlendiği, siber savaşın ise, “bağımsız” oldukları savunulan özel gruplar ile gerçekleştirildiği bir KİRLİ SAVAŞ dünyasında hiçbir devletin temiz kalması mümkün değildir.
Yaşanılan dünya, MİT’in yakın gelecekte “dış operasyon kabiliyetlerinin” daha da gelişmesine neden olacağı bir dünyadır.
Mesela, Irak, Suriye veya Libya gibi, aşiret kültürünün güçlü olduğu, gelişmelere bölgesel liderlik kadrolarının yön verdiği coğrafyalarda, “ordulaşma” mı, yoksa “aşiretleşme” mi sorusuna en iyi cevabı MİT’in vereceği bir dünyaya doğru ilerliyoruz…
Küresel sistem bir kez daha generallerin cephe gerisine yerleştiği, casusların öne çıktığı yapı sergiliyor.
Ünlü casus romanları yazarları John La Carre, Graham Greene, Ton Clancy ya da Frederick Forsyth’in ayak izlerini takip edecek yeni bir romancı kuşağının ortaya çıkacağından emin olabiliriz…
