Haber-Analiz

TÜRKİYE-İSRAİL: Ortadoğu’da kalıcı “cephe…”

TÜRKİYE-İSRAİL: Ortadoğu’da kalıcı “cephe…”
  • YayınlandıAralık 10, 2020

Gelişmeler, bir dönemin yakın bölgesel müttefikleri Türkiye ile İsrail’in arasında kalıcı krizleri işaret ediyor. İsrail’in “bugünün düşmanı İran, yarının düşmanı Türkiye” yaklaşımının öne çıkması Arap rejimlerinin de anti-Türkiye cepheleşmesini güçlendiriyor

Takvimler 3 Ekim 2018’i gösteriyordu ve Birleşik Devletler Başkanı Donald Trump, bugüne kadar, Amerikan başkanları arasında en gerçekçi Ortadoğu açıklamasını yaparak bir kez daha tarihteki yerini aldı: “Suudi Arabistan’ı koruyoruz. Onlar zengin diyebilirsiniz. Ve Kral’ı, Kral Selman’ı seviyorum. Ama ona dedim ki ‘Seni koruyoruz —biz olmasak orada (iktidarda) 2 hafta bile duramazsın- Ordun için ödeme yapmalısın.” 

Bu açıklama, 20’nci yüzyılın başlangıç yıllarında, İslam’ın kutsal topraklarını korumak için Anadolu’dan kalkıp gelmiş genç Türk askerlerini, İngiltere ile anlaşarak ortada bırakan ve sonrasında da sömürgeci bir gücün kuklası olarak yaşamayı kabul etmiş bir hanedanın hak ettiği bir açıklamaydı.

Topraklarının altındaki olağanüstü petrol ve doğalgaz rezervleri ile emperyalizmin enerji deposu, o depodan kazanılan petro-dolar ile de küresel finans oligarşisinin desteği olmuş rejimlerin karşılaşması kaçınılmaz aşağılanmalar bunlar, kuşkusuz.

Batı, kapısının önünde bekçilik yapanı değil, o bekçi köpeğini günü geldiğinde hareketsiz bırakanı ciddiye alır, hatta saygı duyar.

Toplam 22 devletli Arap coğrafyası nüfusunun yüzde 60’ı Kovid19 mücadelesinde elini yıkayacak sabuna zar-zor ulaşırken, Batı’nın oligarklarını milyar dolar ile besleyen bir zavallılar topluluğu… Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri… Katar’ın bu teslimiyetçi/işbirlikçi mahfelden ayrılıp, Türkiye’nin yanında durarak şerefini koruması tarihe not düşülmesi gereken bir gerçek…

  • Büyük yıkımın gerçek sorumluları…

Önce İngiltere, sonrasında da Amerika’ya teslim olarak, halklarının hakkı fosil yakıtlar servetinin üzerinde hesapsız-kitapsız yaşam sürme alışkanlığını kazanmış bir tür hanedan anlayışının adım adım sonuna geliyoruz.

Yaşamın gerçeği serttir: Köklerini inkar eden her işbirlikçi, kullanıldıktan sonra yok olmaya mahkumdur.

Filistin’in yok edilmesini hedefleyen ve “asrın anlaşması” adıyla zorlanan, Trump’ın Siyonist damadı Kushner’in o yıkım planı Washington’da törenle açıklandığında, salonda Birleşik Arap Emirlikleri ile Bahreyn’in temsilcileri de yer alıyordu, Arap ulusuna dönük bir saldırıyı varlıkları ve yüzlerinden eksik etmedikleri tebessümleriyle onayladılar.

Birleşik Devletler Başkanı, konu İsrail olduğunda har vurup harman savuran bir mirasyedi gibi davranıyor. Sanki babasından miras kalmış gibi Golan Tepeleri’ni, dedesinin arazisiymiş gibi Doğu Kudüs’ü İsrail’e verdi.

Bu tek taraflı kararlar sürecinde sesini en yüksek çıkartan ülkenin Türkiye olması bile “işbirlikçi beyin kimyasını” girdiği karanlık dehlizden çıkmaya ikna edemedi.

Büyük bir yıkımın gerçek sorumlularından söz ediyoruz. Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya…

Baas rejimlerinin yükselttiği milliyetçi bayraktan, İhvan’ın zorladığı demokratik seçimlerden korku, hanedanları sonunda getirdi bir duvarın önüne koydu. Ayakta kalma uğruna döktükleri yüzbinlerce insanın kanı bir tsunami dalgası gibi geliyor ve sırtlarını verdikleri duvar da hiç sağlam gözükmüyor, yıkılıp gidecekler belli ki…

  • Türkiye düşmanlığının gerekçesi, teslimiyettir…

Açık itiraf, Gregg Roman adlı siyonistten geldi. Washington’daki siyonist lobinin en önemli düşünce kuruluşlarından biri olarak kabul edilen Middle East Forum’un (MEF)yöneticisidir. MEF, bir başka önemli siyonist Daniel Pipes tarafından 1990’da kurulmuş, çalışmalarını Amerika’nın Ortadoğu’da yalnız İsrail çıkarlarını koruması üzerine oturtmuş bir kuruluştur. İtirafının tamamıyla ilgili değilim ama bizi ilgilendiren bölümü önemlidir: Hepsini özetleyecek değilim, bizi ilgilendiren bölümü şöyle: Artık Netanyahu’nun Kudüs’te Suudi yetkililer ile bir dizi toplantı yaptığı bir dönem yaşıyoruz (…) Bütün bunlar, İsrail’in en büyük düşmanları İran ve Türkiye’nin oluşturduğu vahşi ormanın bağlamında yaşanıyor. İsrail için İran, bugünkü tehdittir, Türkiye ise yarının tehdidir (…) Bu gelişmeden çıkaracağımız iki yönlü bir sonuç vardır: Birincisi, İsrail stratejik olarak şu anda çok iyi bir yerdedir, buna karşılık ikinci olarak, yarın şekillenecek tehditlere karşı uyanık olmak, yalnız İran tehdidine takılıp kalmamak zorundayız.

Yani,“biz İran’la baş ederiz, esas Türkiye’yi imha edelim…”

Israel sea blockade of Gaza legal, but attack on Mavi Marmara was  'excessive'
Türkiye-İsrail ilişkisi Ocak 2009’da Davos’taki Erdoğan’ın “One Minute” çıkışıyla krize girmişti ama ilişkileri esas olarak kopartan 2010 yılında yaşanılan Mavi Marmara başkını oldu

Bu sözler, aslında, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın neden her fırsatta Türkiye karşıtı bir cephede yer aldıklarını göstermesi bakımından tarihi önemdedir.

Suriye savaşını kanlı bir noktada uzatmak, Libya’da isyancı Hafter’i destekleyerek ülkenin tıpkı Suriye ve Irak gibi yok olmasına neden olmak veya Mısır gibi büyük bir Arap devletini sonu kestirilemez bir askeri diktatöre teslim ederek geleceğini büyük bir soru işaretine çevirmek bu iki devletin ne tür çıkarınadır?

Yemen’de girdiği savaşı kaybetmiş, Libya’da iyice köşeye sıkışmış Suriye’de ise kontrolü ancak bölgedeki savaş baronlarına para yağdırarak sağlayabilen BAE-Suud neyin peşindedir, anlayabilen var mı?

Aslında bütün bu soruların cevabı basittir: Katar haricindeki Körfez ülkeleri, başka Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, kendi çıkarları değil, İsrail’in çıkarları için hareket etmektedirler.

  • Suriye-Libya hattına dikkat…

Zaafları, kolay ve üstesinden gelinebilir planlar ile Türkiye’nin üzerine gelmeleridir.

Suriye’de mali açıdan sıfırlanmış Beşar Esed rejimine para aktararak, Türkiye’ye karşı kanlı bir savaşı tetikleyeceklerini biliyoruz. “Arap toprakları işgal altında” algı operasyonu ile Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğini yükselterek bir Türk-Arap savaşı senaryosuna yakın durdukları da açık bir gerçek.

Para gücünü kullanarak Beşar Esed’i ve Libya’daki isyancı Halife Heftar’ı savaşa ikna etmek, bütün ateşkes girişimlerini sonlandırmak ve barış umutlarını söndürmek, nasıl bir çıkar kavgasının eseridir, iyi araştırılması gerekiyor.

Batı Asya ve Kuzey Afrika’da milyonlarca masum insanın hayatını riske sürükleyen çatışmalardan ne tür bir rant elde edilebilir?

Bu soruların cevabı, Müslüman coğrafyadaki kanlı istikrarsızlıktan sürekli güç devşiren ülkenin İsrail olduğunu bilmekten geçiyor.

Yıllardır süren çatışmaların bir tek devletin manevra alanını genişlettiğine şahit oluyoruz, “kaybedenler kulübü” ise bir hayli kalabalık!..

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından “meşru kabul edilmiş” Libya hükümetine karşı isyancı bir sözde generali desteklemek, uluslararası hukukun sonlandığı noktadır.

O isyancının, bir gün, son yaptığı “Libya’nın tek yöneticisi benim” açıklamasında olduğu gibi bir gün kontrolden çıkması zaten bekleniyordu, açıklama, “meşru yapının” yanında yer alan Türkiye ve Katar’ın değerini artırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.

Ama dünyanın en stratejik bölgesi için teşhisi net koymamız gerekiyor: Batı Asya ve Kuzey Afrika’da istikrarsızlık merkezi, emperyalizm tarafından solunum cihazına bağlanmış, yıkılması kaçınılmaz hanedan rejimleridir.

Bir cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.