SOKOTRA ADASI: BAE’nin İsrail’e ilk hediyesi

Afrika Boynuzu-Babül Mendep hattında stratejik deniz yollarını tutan Sokotra Adası’nın Yemen’den koparılıp, üzerine Birleşik Arap Emirlikleri ile İsrail’in ortak askeri istihbarat üssünün kurulması önemlidir, bu iki ülke arasındaki “İbrahim Anlaşması”ndan iki ay önce yaşandı…
Toplam, 83 bin 600 km² yüzölçümünde 9.5 milyon nüfusa sahip, Basra Körfezi’nin merkezinde bir ülke: Birleşik Arap Emirlikleri. (BAE)
Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını 1971’de kazanmış 7 emirliğin ortaklığından oluşan ülkenin nüfusunun sadece yüzde 11’i “yerli nüfus” olarak adlandırılıyor, geri kalanı Asya ve Afrika’dan gelmiş insanlardan oluşuyor.
Gücü, tabii ki, kişi başına 70 bin Dolar’lık geliri işaret eden yıllık ortalama toplam 750 milyar Dolar’lık ekonomisinden geliyor.
Kendisi küçük, kasası büyük bir yapılanma…
Son yıllarda izlediği politikayla da “minik bir ülkenin jeopolitik süper güç olabileceğinin” kavgasını veriyor.
Yolsuzluk, ülke kaynaklarının yetersiz kullanımı ve bitmek bilmeyen diktatörlükler nedeniyle ekonomisi dizleri üstüne çökmüş 85 milyonluk Mısır’ı istediği gibi kullanması bile, aslında, bölgenin bu tür sürprizlere gebe olduğunu göstermesi bakımından önemli…
Mısır’ın seçimle işbaşına gelmiş ilk ve şu an için son Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren 2013 askeri darbesinin arkasında Suudi Arabistan ile birlikte görev aldı, Müslüman Kardeşler’e karşı laikliği korumak için sokağa inmiş onbinler, Mursi’nin yıkılması için hemen yanıbaşlarında kendilerinden çok çalışan grubun Suudi destekli selefist/cihadçı Nur Partisi’ni fark etmediler.
General Sisi’nin 2018 yılındaki yeniden seçilmesi için büyük kampanyalar düzenleyen cihadçı Nur Partisi Kahire’de çalışmalarını sürdürüyor ama, liberal/laik kanadın liderlerinden Eymen Nur, İstanbul’da sürgün hayatı yaşıyor!..
Nedeni, Ortadoğu-Kuzey Afrika hattında karşımıza çıkan İsrail-BAE ittifakının sırtını halkın seçimine ve milli iradeye dayamış bütün siyasi hareketleri, radikal-islamcı-cihadçı olarak tanımlaması, “iyi çocuk” olan gerçek radikalleri ise korumalarıdır…

- GARİP BİR İTTİFAKIN ÜRETTİĞİ KAOS…
BAE-İsrail arasında diplomatik ilişki yok. İki devlet kağıt üzerinde birbirini tanımamış görünüyor. Ama oysa, ortaya çıkan gerçekler, “İran tehdidi” bahanesiyle ABD’nin destek ve kontrolünde İsrail ile ilişki kuran Körfez ülkelerinin bu ilişkini giderek kalıcı bir ittifaka dönüştürdüğü izleniyor.
Amerikan yönetimleri, İran-Irak Savaşı’nın sekiz yıllık kanlı bir öyküden sonra 1988’de ateşkes ile sonlanmasından sonra, İran’ı kontrol amaçlı pek çok stratejik işbirliği projesi geliştirdi.
Bu projelerin ana zemini Türkiye-Mısır-Suudi Arabistan hattında bir “Sünni ittifak” oluşturmak, İran’ın “Şii yayılmacılığına” karşı Müslüman coğrafya zeminli mezhep çatışmasına dayalı kuşatma geliştirmekti.
90’lı yılların başlarından itibaren işbaşına gelen bütün Türk hükümetleri ABD-İsrail hattından gelen “Sünni ittifak” baskısına direndiler ve Türkiye’yi komşusu İran’la mezhep zeminli bir çatışmaya sokmadılar.
Bu stratejik talebin yerine geliştirilen Körfez Ülkeleri-İsrail İttifakı’nın sonuç verdiğini gördük. Bu stratejik tercihe katılmayan, aksine, Arap Baharı ile birlikte bölgedeki demokrasi güçlerine mali imkanlarıyla sahip çıkan Katar’ın başına örülen çorap daha dün gibi hafızalarda…
Suudi Arabistan-BAE hattında şekillenen ama Beyazsaray tarafından da desteklenen Katar’a el koyma saldırısı Türkiye olmasaydı, durdurulamaz, bugün de Katar diye bir devlet kalmazdı…
Geliştirilen strateji bellidir. İran’ın durdurulması bahanesiyle Körfez emirlik ve krallıklarının varlıkları, güvenlikleri ve daha da önemlisi küresel finans sisteminin patronlarının garantisiyle paraları güvende olacak, buna karşılık, İsrail’in meşruiyeti pekiştirilecektir.
Türkiye-Katar ikilisinin Müslüman coğrafya için hayli zehirli kimlik taşıyan bu hedefe karşı çıkmaları, “Müslüman Kardeşler destekçisi, cihatçı, pan-İslamist hatta yeni-Osmanlıcı” olarak adlandırılmaları için yeterli bir sebeptir.
Trump’ın, Filistin’in geride kalmış son topraklarını da İsrail ilhakına açan son sözde barış anlaşmasını açıkladığında salonda Bahreyn ve BAE büyükelçilerinin olması bir tesadüf müdür, hayır.
O salonda yer alan BAE Washington Büyükelçisi Oteiba’yı, dünya ve Türkiye, 2017’de heklenen maillerinde yazanlar ve İsrail ile birlikte Ortadoğu’daki tüm İsrail yanlısı darbelerin kilit ismi olmasından tanımıştı.(1)
BAE’yi, Libya ve Yemen’de İsrail ile birlikte çalışırken izlemek bu nedenle kimseyi şaşırtmıyor.
- SOKOTRA ADASI’NDA STRATEJİK ATAK…
Sokotra Adası’nın dünyadaki stratejik önemini anlamak için strateji alanında kitaplar yazmış önemli bir akademisyen olmaya gerek yok, haritaya bakıldığı an herşey görülüyor…
Yemen karasına 250 deniz mili mesafede, Afrika Boynuzu, Babül Mendep gibi stratejik noktalara hakim, enerji aktarım yolları üzerinde, dünya ticaretinin büyük bölümünün gerçekleştiği alana hakim bir adadan, daha doğrusu takımadadan söz ediyoruz.
BAE’nin bu adaya dönük ilgisi, Yemen Savaşı’nın patlak vermesinden çok önce, 2012 yılında başladı. BAE liderinin adını taşıyan Halife Vakfı, Yemen’de yalnız Sokotra’da faaliyet göstermeye başladı, okullar kurdu, zorluklar içindeki halkın günlük yaşamını kolaylaştırıcı programlar uyguladı.
Barındırdığı dünyada eşi olmayan 800 farklı canlı türü nedeniyle UNESCO kültürel varlık koruması altındaki adada yaşayan 50 bin Yemenli’ye aktarılan ana görüş, “Sokotra BAE’nin olursa, hepiniz çok rahat ve zengin insanlar olarak yaşarsınız” oldu.
BAE için bugünlere uzanan son ataklar şansını, İran desteğindeki Husi’lerin işbaşındaki Mansur Hadi yönetimine karşı darbe yapması ve resmi başkent Sanaa’yı ele geçirmesi oldu.
Suudi Arabistan ve BAE’nin başını çektiği Arap koalisyonu, bu, stratejik ülkenin İran kontrolüne geçmesini önlemek amacıyla 2015 yılında bölgeye müdahale etti.
5 yıldır süren kanlı savaş, binlerce masum insanın ölümüne, özellikle Yemenli çocukların açlıktan ölmesine neden oldu.
Ortaya çıkan tablo, fiilen bölünmüş ve istikrarı çok zorlanacak bir Yemen’dir…
Bütün bu gelişmelerin sürecinde BAE’nin İran’la olan hesaplaşmayı bahane ederek önce 2018 yılında adaya asker çıkartıp bir askeri üs tesis etmesi, son olarak da Haziran 2020’de gerçekleştirdiği darbeyle resmen el koyması izlendi.
Yemen “savaş içinde savaş” koşullarına sürüklenmiş durumda. Bir yanda meşru hükümet ve bağlantılı müttefikleri İran yanlısı Husiler ile diğer yanda ise yine meşru hükümet BAE tarafından desteklenen ayrılıkçı, Güney Geçiş Konseyi ile çatışıyor…
BAE’nin başlangıçtaki müttefiki Suudi Arabistan’ı yarı yolda bırakması ve kendisine pastadan payı, Güney Yemen ile Sokotra olarak ayırması dikkat çekici…
- SOKOTRA’YI FİİLEN İLHAK ETTİ…
Yemen’in eski Ulaştırma Bakanı ve hükümet güçlerinin önde gelen ismi Salih Algabwani’nin son açıklamasında “Bu savaşı Suudi Arabistan kaybetmiştir” demesi önemlidir. Çünkü görülen, Kuzey Yemen coğrafyasının İran, güney Yemin coğrafyasının da BAE’nin kontrolüne geçtiği, Suudi Arabistan’ın ise meşru Yemen hükümeti için elinden geleni yapamadığıdır.
Yemen Enformasyon Bakanı Muhtar el-Rahbi’nin, “Sokotra Adası’nda Yemen hükümetine bağlı tüm birimler lağvedildi ve ada resmen Birleşik Arap Emirlikleri’nin egemenliğine aktarıldı” açıklaması önemlidir.
Rahbi, “Yemen’e bağlı bir toprak olan Sokotra’nın işgal edilmesini kınıyoruz. BAE, bu topraklarda yeni deniz ve hava üsleri kurmayı, Afrika Boynuzu-Kızıldeniz-Basra Körfezi-Hind Okyanusu hattında jeopolitik bir güç olmaya çalışıyor” sözleriyle aslında dünyayı uyardı.
BAE’nin Sokotra üzerinden jeopolitik güç olma planının bir ittifaka dayandığını da İsrael Today yazarı Avil Schneider’in şu satırlarından anlıyoruz: Yemen’deki Güney Geçiş Konseyi’nin Aden’i başkent olarak kontrol etmesi ve Sokotra’daki varlığından sonra, aslında, Ortadoğu’da yeni bir devlet kapalı kapılar ardında belirdi. BAE destekli güney yönetimi ile İsrail arasındaki gizli dostlar ise İsrail için yeni imkanlar doğuruyor. İsrail’de bugünlerde önemli makamlar Güney Yemen’in başarılı olmasını istiyor.”
Sokotra’nın BAE tarafından ilhak edilmesi…
Yemen’in İran-BAE hattında ikiye bölünmesi…
İsrail’in bu bölünmede gizli ortak olarak varlığı…
Bugün kamuoyunun dikkat etmediği çok özel bir coğrafyada kanlı ve uzun bir çatışma sürecinin başlangıç işaretleri midir, evet.