Haber-Analiz

ABD+NATO: 28 Şubat-15 Temmuz saldırıları…

ABD+NATO: 28 Şubat-15 Temmuz saldırıları…
  • YayınlandıŞubat 28, 2021

28 Şubat  küresel Siyonist hareketin Türkiye’ye açık bir saldırısıdır. Türkiye’nin başında Erbakan değil, “kontrol edilebilir birileri” olsun istenmiştir. 15 Temmuz aynı emperyalist/siyonist lobinin silahlı saldırısıdır…

Önce BARAN DERGİSİ’nin 5 MART 2019 tarihli 633.ncü sayısında yer alan şu kısa söyleşiye bir göz atalım

28 Şubat Darbesi’nde medyanın nasıl bir rolü vardı?
ZENTÜRK- 28 Şubat  küresel Siyonist hareketin Türkiye’ye açık bir saldırısıdır. Bunu şu veya bu şekilde örtbas etmek mümkün değildir. 28 Şubat’ta Türkiye, 15 Temmuz 2016’dakinin “soft versiyonuyla” karşılaşmıştır. Her ikisi de Siyonist saldırıdır. Çünkü İsrail kaynaklı güçlerin küresel başkentleri kontrol altına alma ve bu kontrol çerçevesinde de Türkiye’deki çeşitli gladyoları ileriye sürme stratejisidir. Benim yazılarımda Gladyo-A diye adlandırdığım, NATO’ya girmemizden sonra Türkiye derin devletinin içine yerleştirilmiş ama esasında tamamen NATO’cu derin bir yapının büyük rolü vardır. Bu yapı zaten 1960 İhtilâli’nden sonra düzenli olarak Türk medyasında güçlenmiş bir yapıdır. 27 Mayıs 1960 Amerikan darbesinde Adnan Menderes ve iki bakanı dar ağacına götüren medya yapılanması ne ise, benzeri farklı isimler ve farklı boyutta 28 Şubat’ta da karşımıza çıkmıştır. Eğer olaylar biraz daha sert gitseydi, medya, aynı 27 Mayıs’ta olduğu gibi Erbakan’ın dar ağacına götürülmesi için her türlü manipülasyonu yapabilecek kararlılıktaydı. Zaten STK’ları kontrol altına almış, generallerle hukukçuları Genel Kurmay’ın bir konferans salonunda toplamış, birbirlerini karşılıklı alkışlatmış bir yapıda medyanın fazla mırın kırın etme şansı yok idi. “Artık konu silahsız kuvvetlerdedir” gibi manşetlerle ve medya kampanyalarıyla meşru bir koalisyon hükümetini yıktıran bir güçten bahsediyoruz. O dönemde bu işte görev almış olan gazetecilerin hemen hemen tamamı biliniyor. Andıçlar biliniyor. Ben o sırada Allah’ın bir lütfu sonucu işinden atılmış bir gazeteciydim ve sürecin sonuna yetiştim. Sonuna yetiştiğimde de 28 Şubat sürecinde askerlerin zorlamasıyla Mesut Yılmaz’a kurdurulan Anasol-D isimli hükümetin yıkılmasını sağlayan yolsuzluk skandalını ve kasetini yayınlayan gazeteci oldum, 4 yıl da işsiz kaldım. Sonuç itibariyle ne zaman 28 Şubat’ın konusu açılsa kendilerini büyük mağdur ve demokrasi havarisi gibi gösteren bir takım isimlerin FETÖ ve CIA’nın bu ülkede tezgâhlamış olduğu üst üste darbeler süreci sonunda çareyi ülke dışına yerleşmekte bulmuş olması da acı bir hadisedir. 28 Şubat nasıl bir Siyonist saldırı ise 28 Şubat medyası da Siyonist saldırının uzantısı olarak görev yapmıştır. 

28 Şubat mağduru Albay: 28 Şubat, 15 Temmuz'un tarlasıdır - Memurlar.Net

Bu isimler bilinmesine rağmen niçin hesaplaşılmıyor?
ZENTÜRK- Hesaplaşmadığınız takdirde yenisi geliyor. Hesaplaşılmamasının büyük bir sorun olduğunu bin defa anlattık. Burada sadece emekli olmuş, yargılamayacak yaşa gelmiş bir kaç generali yargılamanın ötesindedir 28 Şubat ile hesaplaşmak. Generalleri şöyle ya da böyle yargılar, apoletlerini de sökmüş olursunuz; ama bu tam anlamıyla hesaplaşmak olmaz. Nasıl ki 15 Temmuz TSK içine yerleştirilmiş bir cuntanın işi olarak görülmüyorsa, 28 Şubat hakkında da CIA-Pentagon kaynaklı örgütün toplumun tüm kesimlerine yayılmış yapısı hakkında sonuç alıcı bir kampanya yürütülmezse tekrarlanması kuvvetle muhtemeldir. Ne yazık ki, 28 Şubat’ta görev almış sivillerin hiç biri hesap vermedi. Başta medya patronları ve köşe yazarları olmak üzere… Bu ülkede bir darbe oldu.

Şimdi de 28 Şubat devamıyla ilgili çok özel bir anıyı içeren şu yazıya bakmakta yarar var…

BU YAZI, 29 EYLÜL 2016 TARİHLİ STAR GAZETESİ’NDE YER ALMIŞTIR…

28 Şubat’ı Kim Yaptıysa, 15 Temmuz’u da o yaptı!..

Ardan ZENTÜRK

Önce, bir anıyı paylaşma zamanı geldi. 2000 yılı yazı, yer Altınoluk, merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın yazlık evi. Masanın etrafındaki dört kişiden ikisi, Allah rahmet eylesin, Erbakan ve yokluğunu her geçen gün biraz daha derinden hissettiğim dostum Aytunç Altındal vefat ettiler. İki kişi kaldık. Emin Şirin ve ben. Bu nedenle, tarihin bir yerine iliştirilmesi zamanı geldi.

Aytunç Altındal, Erbakan’ın her zaman güvendiği bir karakter, belli ki Emin Şirin güvenilir bir yol arkadaşı, masadaki yerimin sebebini ise tahmin edebiliyorum: Bir işadamının siyasetçileri kapsayan yolsuzluk itiraflarını içeren kasetini yayınlayarak “bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat’ın kurdurduğu ANASOL-D hükümetinin yıkılmasına yol açmış gazeteciyim.

Erbakan besmeleyle açtığı toplantıda soruyu doğrudan soruyor: Bu felaket (28 Şubat) bu milletin başına neden geldi?

Altındal’ın cevabı da o kadar net: Çünkü sistem sizden korkuyor!..

Bu net yaklaşım, konuya doğrudan girmemizi sağlıyor. Erbakan, bugün de FETÖ toplantılarında gördüğümüz bir ismin, dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Alan Makovsky’nin REFAHYOL hükümeti ile ilgili raporlamaları sonrasında 28 Şubat sürecinin başladığını, Türkiye için çalışan bir kadronun uluslararası bir şebekenin kurbanı olduğunu ifade ediyor.

Haklı: Başında olduğu parti kapatıldığında son seçimde (1995) yüzde 22 oy almış, en büyük parti olmuş, demokrasi, zaten onun tartışmasız başbakan olmasını öngörüyor… Normal koşullarda…

Kendisine, ABD’deki neo-con cunta ile İsrail’in işbirliğinin, ABD’nin Ortadoğu politikasını yalnız, “İsrail’in güvenliği” zeminine taşıdığını, Türkiye’de “millici kadroların” etiketi ne olursa olsun benzer saldırılarla karşılaşacağını detaylı olarak aktarıyorum. Bu cuntanın en büyük korkusunun, Refah Partisi’nin geleneksel ideolojik zemininden, önce, İstanbul ve Ankara belediye başkanlıklarını alıp devamında da yüzde 22 ile “merkez-kitle partisi” konumuna yürümesinden kaynaklandığını ifade ediyorum.

Erbakan’ın “Pekiyi, şimdi ne yapmalıyız” sorusuna Altındal ile benim yaklaşımımız aynı oluyor: Siz biraz geri çekilin. Partinizin Erdoğan-Gül önderliğindeki genç kadrosunun yolunu açın, onlar, kitleselleşmeyi güçlendirecek şansa sahipler. Engellemeyin, desteklemeyin. Akışına bırakmış görünün.

Erbakan’la vedalaşırken kendisine son sözüm –Emin Şirin duymuş mudur bilmem- şu oluyor: Siz bu hareketin yeri doldurulamaz liderisiniz. Gölgenizin bu gençlerin üzerine vurmamasına azami gayret gösterin lütfen, sizi deviren o güçlere karşı zaman kazanmaları gerekiyor.

Aytunç Altındal hafifçe başını sallayarak bu sözlerimi onaylıyor.

Gerçekleri konuşalım, olur mu?..

Bu satırlar, bazı meslektaşların 28 Şubat’ın “siyaseten ölü portrelerinden” yeniden kahraman yaratma gayretleri üzerine yazılmıştır.

15 Temmuz darbe girişiminin 3. yılı

Alan Makovsky, Graham Fuller, Henry Barkey veya Morton Abramowitz… 28 Şubat’ta karşımızda olan bu isimlerin 15 Temmuz’da aralanan perdeden başlarını uzatmaları bir tesadüf müdür, hayır!..

AK Parti’nin küresel güçler karşısında zaman kazanma sürecinin 2007 yılında dolduğunu, 2008’den itibaren de düğmeye basıldığını hepimiz biliyoruz, işin geldiği son nokta 15 Temmuz’dur…

İnançlı bir insanım, kadere tabii ki inanırım… Allah bana, bir kaset yayınıyla 28 Şubat’ta milletimin başına örülmüş çorabı çözme şansı verdi, aynı kadronun kanlı darbe girişimine karşı 24 TV ekranında 7.5 saat süren “direniş yayınıyla” da şereflendirdi…

Hesap bitti mi, hayır!..

İsrail, Türkiye’nin “milli kadrolardan” arındırılmasına kadar kendini güvende hissetmeyecek. Siyonist mahfeller durup dururken kredi notlarımızı kırmaya, içte ve dışta yalnız Erdoğan’ı değil, Türkiye’yi şeytanlaştırma programı ile üzerimize gelmeye devam edecekler. Bakın, Merkel, Hollande veya Boris Johnson gibi Ankara’ya gelip biraz yapıcı konuşan siyasetçinin başına ülkesinde neler geliyor… Bunun için her yazımda “uyanık olun” diyorum, çünkü yaşanmışlıklar var.

28 Şubat sürecinde Türkiye’nin en çok oy almış partisini kapatılmaya, düne kadar başbakan olan liderini de siyasi yasaklı kılmaya mahkum eden o kampanyaların, manşetlerin, medya üzerinden yürütülen algı operasyonlarının sahipleri belli… 7 Haziran 2015 seçimi öncesinde yürütülen kampanyanın sahipleri de…

Kimse bana hikaye anlatmasın: 28 Şubat bir neo-con/siyonist destekli darbeydi, o darbede görev alan iç unsurların hepsini tanıyoruz.

15 Temmuz aynı çetenin silahlı saldırısıydı, ne tesadüf, zemin hazırlayanlar içte ve dışta aynı isimler çıktı…

Biliyorum… Şimdi telaşla ellerini yıkamaya çalışıyorlar ama imkansız, ellerine kan bulaştı…

28 ŞUBAT SÜRECİ NASIL SONLANDI…

55. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, (3. Yılmaz Hükûmeti ve ANASOL-D olarak da bilinir), 30 Haziran 1997-11 Ocak 1999 tarihleri arasında görev yapan, Anavatan PartisiDemokratik Sol Parti ve Demokrat Türkiye Partisi koalisyonunun oluşturduğu Türkiye hükûmetidir.[1][2]

ANAP Genel Başkanı ve Rize Milletvekili Mesut Yılmaz‘ın 20 Haziran 1997 tarihinde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından görevlendirilerek kurduğu hükûmettir.

Hükûmeti ANAPDSP ve Demokrat Türkiye Partisi tarafından oluşturulan azınlık koalisyonu kurdu. CHP de hükûmeti dışarıdan destekledi.

30 Haziran günü cumhurbaşkanından onay alan Hükûmet, 8 Temmuz’da TBMM‘den 256 ya karşılık 281 oyla güvenoyu aldı.

Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine CHP hükûmete desteğini geri çekti. CHP hükûmet aleyhinde gensoru önergesi verdi. 25 Kasım 1998 tarihinde oylanan önerge TBMM tarafından kabul edilince güvenoyu almayan ANASOL-D hükûmeti düştü. 11 Ocak 1999’da Bülent Ecevit56. hükûmeti kurmuştur.

Pekiyi, neydi o TÜRKBANK İHALESİ YOLSUZLUK İDDİALARI ve nereden patlak vermişti?

Orada, herşeyi göze alan bir gazetecinin ilerleyen yıllara mesleki sıkıntılar taşıyan duruşu vardı, Onu da böyle anlattık…

2012 TVNET Veyis Ateş’in SON BASKI programından